<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d20105500\x26blogName\x3dFilosofya+Mabedi---%3E%22OkuYorum-Yaz%C4%B1Yorum%22\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dBLUE\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://memedini.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3dtr_TR\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://memedini.blogspot.com/\x26vt\x3d-8449966598738986932', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

Jacques Derrida ile söyleşi: Gelecekteki adalet için


Yazan: Birgün Gazetesi 19. Nisan 2004 16:55:47:


Jacques Derrida ile söyleşi: Gelecekteki adalet için





-Cömertliğiniz için teşekkür ederken sorayım, "BRussells Mahkemesi'' inisiyatifimiz için bu görüşmeyi kabul etmeye neden karar verdiniz?




Öncelikle inisiyatifinizin ilkesini selamlamak istedim: Bir Russell Mahkemesi geleneğini canlandırmak bugün simgesel olarak önemli ve gerekli bir şey. İlkesel olarak, bütün dünya vatandaşlarının jeopolitik algılamasını beslemek için olsa bile, bütün dünya için iyi. Son birkaç senedir uluslararası kurumların kuruluşuna ve çalışmasına ilişkin artan ilgi ışığında, bu gereklilik konusunda daha da ikna olmuş durumdayım. Bunlar, devletlerin egemenliğinin ötesinde devlet başkanlarını, generalleri yargılayan uluslararası hukuk kurumlarıdır. Her halükarda, devletlerin başlarının bu şekilde, bildiğiniz bütün zorluklara, yani Amerikan, Fransız, İsrail çekincelerine rağmen, uluslararası hukukun tanıdığı bir statüye sahip Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin önüne çıkması gerekir.




Sizin projeniz, eğer doğru anlıyorsam, aynı ruhtan esinlenmiş olsa bile aynı türden değildir. Herhangi bir devlet tarafından tanınan hukuki bir statüsü yoktur ve bunun sonucunda özel bir inisiyatif olarak kalmaktadır. Farklı ülkelerin vatandaşları olabildiğince dürüst bir biçimde, bir politikayı, siyasal bir projeyi ve onun uygulanmasını soruşturmak için anlaşmışlardır. Buradaki amaç yaptırımlarla sonuçlanan bir hükme ulaşmak değil, başta yargılamayı önerdiğiniz sorumlu taraflar olmak üzere, dünya vatandaşlarının uyanıklığını artırmak ya da keskinleştirmektir. Bu, benim inandığım simgesel bir ağırlığa, örnek bir simgesel ağırlığa sahip olabilir.




Projenizin mantığında, başka politikalar, başka siyasal ve askeri elemanlar, başka ülkeler, başka devlet adamları da aynı şekilde yargılanmak ya da bu örnekle ilişkilendirilmek üzere ortaya getirilebilir. Kişisel olarak, Bush yönetimi ve projesi, Irak'a saldırısı ve Fransa da dahil olmak üzere Avrupa ülkelerinden gelen resmi protestolara rağmen, Birleşmiş Milletler'in ve Güvenlik Konseyi'nin kararları ihlal edilerek bunun tek yanlı bir biçimde oluşması hakkında eleştirel bir yaklaşıma sahibim. Ne var ki, kamusal olarak da ifade ettiğim bu eleştirilere rağmen, genel olarak Amerika Birleşik Devletleri'nin bu tür bir mahkeme önüne çıkmasını istemem. Amerika'nın içindeki Irak'a ilişkin politikaya Avrupa'da olduğu kadar güçlü bir şekilde karşı çıkan güçleri ayırt etmek isterim. Bu politika genel olarak Amerikan halkını, hatta Amerikan devletini bile, ilzam etmez. Söz konusu olan, Amerikan politikası içerisindeki, başkanlık seçimleri sürecinde sorgulanmak üzere olan bir evredir. Belki de, Amerika'nın kendisinde en azından kısmi bir değişim yaşanacak; dolayısıyla, bu ithamın hedefi konusunda sizi ihtiyatlı olmaya davet ederim.




Dikkatimizi genel olarak hükümete değil de, özellikle bütün bu aşırı tek yanlılık, hegemonya, dünyanın askerileştirilmesi vb. fikirlerine kaynaklık etmiş olan Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi'ne yöneltmemizin nedeni de zaten bu...




Hegemonik amacını ilan eden ve bunu gerçekleştirmek için her şeyi harekete geçirmeyi öneren açık seçik bir siyasal projenin olduğu yerde, kişi gerçekten de uluslararası hukuk ve var olan kurumlar adına suçlamalara ve protestolara başvurabilir. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler kadar Güvenlik Konseyi'ni de düşünüyorum. Bunlar ve özellikle de Güvenlik Konseyi, yapılarının, bildirgelerinin, usullerinin gözden geçirilip düzeltilmesi gereken saygı değer kurumlardır. Karşımıza çıkan kriz de bunu doğruluyor: Bu uluslararası kurumların gerçekten de reforme edilmeleri gerekir. Burada doğal olarak, her ne kadar bunun kısa dönemde ortaya çıkabileceğinden emin olmasam da, BM Anayasasını bile -yani ulus devletlerin egemenliklerine saygıyı ve egemenliklerin bölünmezliğini- sorgulayacak radikal bir dönüşümü önereceğim. Yine Anayasa'nın bir parçası olan, genel olarak insan haklarına saygı ile ulus devletin egemenliğine saygı arasında bir çelişki vardır. Devletler gerçekten de Birleşmiş Milletler içinde ve geçmiş savaşın galiplerini bir araya toplayan Güvenlik Konseyi içinde a fortiori olarak temsil edilirler. Bütün bunların derin bir dönüşüme tabi tutulması gerekir. Birleşmiş Milletler'in ruhuna inandığım için bunun bir yıkım değil, bir dönüşüm olmasında ısrar ediyorum.





İzninizle bir şeyi belirteyim: Biz "Irak Dünya Mahkemesi'' adı verilen bütün bir ağın parçasıyız. Hiroshima, Tokyo, Mexico City, New York, Londra ve İstanbul'da toplantılarımız olacak...




Uluslararası Ceza Mahkemesi ve ahlaki mahkeme arasındaki ilişkinin çok güçlü olduğu Londra'da, Irak Mahkemesi'nde görevli olanlar, uzmanlarla birlikte, Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni tanımış olan Blair'in uluslarası hukuku ihlal edip etmediğini araştırmak için bir dosya oluşturdular. Bütün kanıtlara göre, uzmanlar arasında bu savaşın bir ihlal, ilgili ülkelerin topraklarına acil bir tehdit olmaması nedeniyle terimin BM Anayasası'nda kullanılan teknik anlamıyla "saldırgan bir savaş'' olduğu konusunda kayda değer bir uzlaşım var. Bu soruşturmanın bir sonucu, Hague'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne bir dosya sunulmuş olmasıdır. Aynı şekilde, Danimarka koalisyonun bir parçası olduğu için, Kopenhag'da da. Dolayısıyla, ahlaki inisiyatifimizin bazı bileşenlerinin gerçek anlamda bir yargısal prosedüre dönüşmesi mümkün görünüyor.




Bu elbette arzulanabilir bir şey! Ancak gerçekleşme olasılığı düşük görünüyor, çünkü inisiyatifinizin kurumsal ve genel olarak yargısal hale gelmesine karşı çıkacak çok fazla devlet olacaktır, sadece Amerika değil. Ancak bu durumda da projenizin kaderinin etkisizleşme olduğu anlamına gelmez. Aksine.Kamusal alandaki kayda değer simgesel etkisine inanıyorum. Söylenmesi, yayımlanması, gerçek yaptırımlar bir yana yargısal anlamda bir kararla sonuçlanmasa bile, vatandaşların siyasal bilinçleri üzerinde önemli bir simgesel etkiye sahip olabilir. Suçladıklarınıza adil biçimde davranacağınızı, sizinkinin gerçekten dürüst bir girişim olacağını, önyargısal konumlandırmadan ve önkoşullardan uzak olacağını, her şeyin serinkanlılık ve adalet içinde yapılacağını, sorumlu tarafların dikkatle belirleneceğini, aşırıya gitmeyeceğinizi ve gelecekte benzer prosedürleri dışlamayacağınızı umuyorum. Bu prosedürün, Avrupalı olsunlar ya da olmasınlar başka ülkelere, başka politikalara karşı bunun kadar gerekli olan başka prosedürlere girişmemek için bir mazeret oluşturmasını istemem.




Biz bir sistemi, sistemsel bir mantığı hedef almak istiyoruz. Suçlananların isimlerini (Cheney, Wolfowitz, Rumsfeld), insanlara hayaletlerden söz etmediğimizi göstermek için veriyoruz, ancak hedef aldığımız bir söylemler dizisi, yani bir şeyi başarma planları, eyleme dönüştürülecek niyetler dizisi olarak, PNAC var. Zorluklarımızdan biri de iletişime dayanıyor: İnsanlara PNAC'ın varlığını ve bu bilgiyi yaymanın önemini iletmek kendi başına bir iş.


Elbette. Ve bu nedenle, bu sistemin, bu ilkelerin, bu kavramların saygı duyulması ve belki de değiştirilmesi gereken uluslararası yasaları ihlal ettikleri yerlerde sorunları kısmen kişiselleştirmek, kısmen de sistem, ilkeler, kavram düzeyinde geliştirmek önemli. İşte bu noktada egemenlikten, egemenlik krizinden, egemenliğin zorunlu bölünmesi ya da sınırlandırılmasından söz etmekten kaçamazsınız. Kişisel olarak, ben bu konuda bir duruş almam gerektiğinde, son derece dikkatli davranıyorum. Felsefi, tarihsel bir analiz yoluyla, egemenliğin siyasal teolojisini yapıbozuma uğratmak gerektiğine inanıyorum.




"Serseri devletler''i tanımlayan Yeni Emperyal Düzen bir istisna devleti değil mi? Voyous'da, demokrasinin öz-bağışıklığı kavramındanbahsediyorsunuz: Demokrasi, bazı kritik anlarda, demokrasiyi savunmak için kendisini askıya almak gerektiğine inanıyor. Şu an Amerika'da olan bu, hem iç hem de dış politikasında. PNAC'ın ve dolayısıyla da Bush hükümetinin ideolojisi tam olarak da bu.




İstisna, Carl Schmitt tarafından belirtildiği üzere egemenliğin aktarımı, onun ölçütüdür. İstisnaya karar veren egemendir. Burada istisna ve egemenlik el ele gider. Nasıl demokrasi bazen kendisini tehdit ediyor ya da askıya alıyorsa, egemenlik de kendisine yasayı askıya alma hakkını verir. Egemenin tanımı budur: Yasayı yapar, yasanın üzerindedir, yasayı askıya alabilir. Bir yandan, BM ve Güvenlik Konseyi'ne ilişkin kendi verdiği sözleri ihlal ederken, öte yandan da, ülkenin içerisinde, belli bir dereceye kadar Amerikan demokrasisini tehdit ederken, yani istisnai polisiye ve yargısal tedbirler alırken, Amerika'nın yapmış olduğu budur.




Bunu söyledikten sonra, adil olmak için, Amerika Birleşik Devletleri'nin gene de bir demokrasi olduğunu hatırlatmamız gerekir. Ve çok az farkla seçilmiş olan Bush'un gelecek seçimlerde kaybetme riski var: Sadece dört yıl için egemen. Amerika, birçok başka ülkede hoşgörülmeyecek siyasal özgürlük gösterileri konusunda zengin, çok hukuksal bir ülke. Bunu söylerken, sadece gayrı-demokratik olarak tanınan ülkeleri değil, kendi Batı Avrupa demokrasilerimizi de düşünüyorum. Amerika'da, Beyaz Saray'ın önünde, hemen Bush'un ofisinin orada, Irak'taki yaklaşan savaşa karşı kitle gösterilerini gördüğümde, kendime benzeri bir hareketin Fransa'da hoşgörülmeyeceğini söyledim. Amerika, önümüzdeki birkaç yıl içinde, hem Çin hem de Rusya'nın ağırlığının hissedileceğinin son derece farkında. Irak olayını belirleyen petrol hikayeleri özellikle Çin''e ilgili uzun dönemli tahlillerle ilişkili: Çin''n petrol arzı, Ortadoğu'daki petrolün kontrolü... Bütün bunlar hegemonyanın açık ve küstah olduğu kadar tehdit altında da olduğunu gösteriyor.




Peki ya İsrail?




Birçok kişi Amerikan-İsrail ittifakının ya da Amerika'nın İsrail'e verdiği desteğin Irak'a olan müdahaleyle ilişkisiz olmadığını söyledi. Ancak bu noktada da sorunlar son derece karmaşık, çünkü şu anki İsrail hükümeti -ve burada Amerika için gösterdiğimiz dikkatin aynısını göstermemiz gerekir: Sharon'a karşı savaşan İsrailliler de vardır- kendisini resmen ve kamusal olarak Irak'a karşı saldırı konusunda kutlamış olsa bile, bunun İsrail'in sömürgeleştirme ve bastırma konusundaki saldırgan inisiyatiflerine vermiş olabileceği özgürlük son derece ikirciklidir. Burada da öz-bağışıklıktan bahsedebiliriz: bu son derece çelişkilidir, çünkü aynı zamanda Filistin terörünü güçlendirmiş, Avrupa çapında anti-semitist tutumları artırmış ya da yeniden uyandırmıştır.




Bu son derece karmaşık bir durum, çünkü Amerikalıların İsrail'i destekledikleri bir gerçek. Aynen, farklı siyasal eğilimlerdeki Avrupa ülkelerinin çoğunun olduğu gibi. Sharon'un politikasının, yani bütün İsrail hükümetlerinin en saldırgan politikasının en iyi Amerikalı müttefikleri, sadece Amerikan Yahudi Cemaati değil aynı zamanda da Hıristiyan fundamentalistlerdir.




Söyledikleriniz çok berrak ve susamış olanlar için adalete, gerçek bir iksir niteliğinde. Size çok teşekkür ederim.




Çeviri: Aslıgül Berktay
(Birgün Gazetesi)





<

var a = <0 if(a == 0) {document.write('henüz yorum yapılmamış');} else if(a == 1) {document.write('1 yorum yapılmış');}else{document.write(a+' yorum yapılmış');}

    <
< < < <